Neden İngilizce Öğrenemiyoruz?
Bu konu zaman zaman birçok ortamda hemen hemen herkesin konuştuğu ancak bir türlü net olarak kimsenin açıklayamadığı bir sorundur. Sevgili çocuklarımız ilkokul 4’ten lise sona kadar ve hatta üniversite de bile İngilizce dersi almalarına rağmen başlangıç düzeyinde bile İngilizce iletişim kuramazlar.
Öğrenciler açısından duruma baktığımızda başlangıçta onlar çok hevesli, katılımcı ve bir şeyler öğrenmeye çalışıyorlar. Ancak yıllar geçtikte dilbilgisi odaklı ve ağırlıklı mekanik alıştırmaya dayalı İngilizce öğretimini formüllere dayalı bir matematik problemi gibi görmeye başlıyorlar ve sonuçta İngilizce derslerinden nefret ediyorlar veya İngilizceyi yok sayıyorlar. Bu da onlarda öğrenilmiş çaresizlik oluşturuyor.
Öğrencilerin derslerde kazanmaları gereken duyuşsal özellikler; dersi sevme, derse karşı ilgili olma, derse karşı olumlu tutum geliştirme gibi özelliklerdir. Tutumlar sadece bir davranış eğilimi ya da bir duygu değil, biliş-duygu-davranış eğilimi bütünleşmesidir. Öğrencilerin bir dersle ilgili duyuşsal özelliklerinin en önemli göstergelerinden biri tutumlarıdır. Olumlu tutumlar öğrenme sürecinde öğrencileri daha başarılı kılarken, olumsuz tutumlar başarısızlığa neden olabilmektedir.
Ne Yapmak Gerekiyor?
Tarihsel süreç içinde dil öğretim yöntemleri arasında dili bir iletişim aracı olarak görüp öğretilmesine önayak olan en önemli yöntem iletişimsel yöntemdir. İletişimsel yöntemde dil sadece öğrenilmesi gereken
dilbilgisi kurallarından ibaret bir yapılar sistemi değil, bir iletişim aracı olarak görülür ve tüm etkinlikler bu bağlamda planlanır ve sınıf içinde uygulanmaya çalışılır. İletişimsel dil öğretiminde üç temel ilke oldukça önemlidir: 1. iletişim ilkesi, 2. görev ilkesi, 3. anlamlılık ilkesi. İletişim ilkesine göre gerçek iletişim bizi öğrenmeye götür. Öğrenciler gereksiz diyalog ezberleme veya anlam odaklı olmayan (sözcük, cümle, diyalog) tekrar yerine yaratıcılıklarını kullanarak birbirleriyle gerçekten hedef dilde iletişim kurmaya çalışırlar. Göreve dayalı öğrenme ilkesine göre, ikili, gurup veya sınıf olarak öğrencilerin yapacağı anlamlı etkinlikler onların dil öğrenmesini ve uygun bağlamlarda kullanmasını sağlar. Öğrenciler ne kadar çok iletişimsel amaçlı etkinlik yapmaya teşvik edilirse o kadar çok dili kullanmayla karşı karşıya kalır ve dili sadece dilbilgisi yapılarına göre değil anlamlı kullanıma dayalı olarak öğrenmeyi gerçekleştirir. Diğer taraftan anlamlılık ilkesine göre ise öğrencinin kullandığı her tür ifade onun için anlamlı olmalıdır.
Krashen ve Terrell (1983)’a göre motivasyon, özgüven ve endişe gibi duygusal ve tutumsal değişkenler dil edinim sürecinde önemli rol oynar. Motivasyonu ve özgüveni yüksek öğrenciler dili öğrenmede daha başarılı olmasına rağmen, endişe düzeyi yüksek ve özgüveni düşük öğrenciler ise başarısız olmaktadır.
Öğrencilerin motivasyonu ve özgüveni yükseldiğinde girdiyi daha yüksek düzeyde algılar, anlar ve işlerler, böylece hedef dilde birbirleriyle daha güvenle etkileşimde bulunurlar. Zihinlerinde girdiyi anlamalarına
ve algılamalarına yardımcı olan, zihinde bilgi akışını düzenli ve akıcı bir şekilde düzenleyen bir duygusal filtre vardır. Öğrencilerin dil edinim sürecinde stres ve endişe düzeyleri yükseldiğinde, özgüvenleri çok düşük olduğunda hata yapmaktan korkarlar ve hedef dilde üretim yapmak istemezler ve etkileşim içine girmezler. Böylece adeta zihinlerinde girdiyi anlamalarına ve algılamalarına engel olan bir duygusal filtre duvarı oluşur. Bu durumda yüksek endişe ve gerilim sonucu zihinde bilgi akışı düzenli ve akıcı bir şekilde
işleyemez. Bu bağlamda öğretmenin rolü çok önemlidir.
Öğretmen mümkün olduğunca öğrencileri stres ve endişeden uzak tutmalı ve öğrencilerin etkinlikleri severek, hatta zevkle yaptıkları ortamlar oluşturmalıdır.
Öğretmen derslerini hazırlarken ve sunarken Gardner (1993)’ın çoklu zeka kuramına göre hazırlamalı ve öğrencilerini ilgi ve yeteneklerine göre teşvik etmeli ve öğrencilerin dersi sevdikleri ve etkinlik yapmaktan mutlu oldukları ortamlar yaratmalıdır.
Sonuç olarak İngilizce öğrenen ve öğreten tüm paydaşlar öncelikle İngilizceyi bir iletişim aracı olarak görmeli ve tüm öğrenme/ öğretim süreçlerini bu amaç doğrultusunda düzenlemelidir. Yoksa mevcut sistemde bu durum bir kısır döngü olarak devam edip gidecektir. Bu konuda harcanan binlerce saat ders, zaman, para, enerji ve her türlü kaynak ülkenin hanesine israf olarak yazılacaktır.